31 Ağustos 2010 Salı

Tanrılar Kurbanını Arıyor!



Manşetlerini düzeltti. Manşetler ceketten bir parmak kadar dışarda olmalıydı. Bu kişiyi zengin gösterirdi. Aynada kravatına son bir ayar çekti. Gerçekten güzel gözüküyordu. Bugün daha da güzel gözükmek zorundaydı, çünkü hepsinden farklı bir gün olacaktı. Yüzü parlaktı, nemlendirici sürmeyi aksatmazdı. Saçlarına 3 ayrı çeşit bakım uygulardı, canlı ve parlak gözüküyordu, aynı şampuan reklamlarında olduğu gibi. İtalyan kesim güzel siyah bir ceketi vardı üzerinde, beyaz gömleği ile bir uyum içerisindeydi.

Siyah ve beyazın yüzyıllar boyu süre gelen eşsiz uyumu.

Bu uyumu sağlamak için savaştık yıllarca...

Beşiktaştaki evinden çıktı, bir taksiye eliyle işaret etti. Arka kapısını açtı ve yavaşça içeri girdi. Taksiciye sakin bir ses ile Kadıköy dedikten sonra kulaklığını kulağına taktı. Vivaldinin 4 mevsimi yavaş yavaş çalmaya başladı.

Akşam üzeri köprü trafiği olağandı. Adım adım gidiyorlardı. Taksicinin homurdanarak bir sigara yaktığını gördü. Normalde karşı çıkardı, bu sefer çıkmadı. Yasaklar çiğnemek için vardır. Yasakları çiğnedikçe anlam kazanırlar...

Kulaklığında Chopin'in 34. operası çalıyordu... Günün ışıkları deniz üzerinde dans ediyorlardı, dalgalar görsel bir ziyafet yaşatıyordu bünyelere, en klişe söylemle.. Köprünün üzerinden İstanbul'un tüm güzelliği görülebiliyordu. Harekete geçmesi gerektiğini anladı ve kulaklığını çıkartarak şöförden durmasını istedi. Şöför bunun yasak olduğunu söyledi, ama yasaklar çiğnemek için yaratılmıştı. Arabanın trafik nedeni ile yavaşladığı bir anda kapıyı açtı ve usulca araçtan indi.

Gözlerin onun üstünde olduğunu hissedebiliyordu. Siyah takım elbisesi ile günün o tatlı ışıklarında gerçekten güzel gözüküyor olmalıydı. İlk korkulukların üstünden, ondan beklenmeyecek bir çeviklikle atladı. Son korkulukların üstüne çıktı. Önce 1-2 saniye boyunca İstanbul'u izledi. Daha sonra vücudunu yola doğru döndü. Gözlerdeki şaşkınlık ve korkuyu görebiliyordu. Gözlerdeki siyah ve beyazın uyumunu görebiliyordu.

Siyah ve beyazın yüzyıllar boyu süre gelen eşsiz uyumu.

Bu uyumu sağlamak için savaştık yıllarca...

Önce kulaklığını taktı, Norah Jones'dan "At Last" başlıyordu. Kollarını açtı, ona doğru yaklaşıp konuşanları duymuyordu. Kendini geriye doğru bıraktı, yüzünde bir gülümseme ile...

Süzüldü..

Süzüldü..

Süzüldü...

İstanbul'u izliyordu, kulağında "sonunda" sesleri ile...

İstanbul baş aşağı süzülürken de çok güzeldi...

Sonra bir şey oldu.. Yavaşlamaya başladı etrafındaki tüm yaşam. Yavaşladı.. Yavaşladı.. Ve durdu. Havada öylece izliyordu İstanbul'u. Martının yarım kalan çığlığını izledi, donup kalan dalgaları izledi, vapurun bacasına yapışıp kalan dumanı izledi, Beylerbeyi sahilinden denize atlayan çocuğu izledi.

İzledi..

İzledi..

Yaşamın hareketine dair herhangi bir iz yoktu. Neler olduğunu idrak edemiyordu. Hayatının sona ermesi gerekiyordu, fakat, saatlerdir, belki günlerdir, oradaydı. Kıpırdama yoktu hayatta, ya da ölümde. Azrail tatile çıkmıştı, Cebrail işini aksatıyordu, Dünya dönmüyordu.

Sonra bir şey oldu.. Karardı herşey. Hiçbir şey göremiyordu, hissedemiyordu. Ölüm böyle birşey sanırım dedi içinden.

Siyah ve beyazın yüzyıllar boyu süre gelen eşsiz uyumunun sonu.

Bu uyumu sağlamak için savaştık yıllarca, kazanamayacağımız bir savaştı...

Siyahın saltanatına ve beyazın büyük hezimetine hoş geldiniz.

Düşünmek için çok zamanı oldu. Neden ölmek istediğini düşündü biraz, aslında imrenilen bir hayata sahipti. İyi bir iş, kabarık bir cüzdan, güzellik, sağlık, mutluluk -herkeste olduğu gibi aslında hayali- ... Bir sorun vardı ama, onu içten içe yiyip bitiren: Anlamsızlık.

Hayatı idrak edememişti.

Bir ara iş demişti kendi kendine, hedefler hayaller diye sürüp gitmişti bu serüven. Yapabileceğinin en iyisini yapmıştı. Bu defter kapanmıştı.

Bir ara hayatımın insanı demişti, kaptırmıştı kendini bir kadına. Onun için herşeyi yapmıştı, tüm benliğini ortaya koymuştu. Yıllar sonra bu kadın saçma nedenlerle bir anda çekip gitmişti. Ah, kadınları anlamak dünyanın en zor işi diyebilirdi. Bu defter de kapanmıştı.

Bir ara idealler, felsefeler demişti kendi kendine. Okumuş araştırmıştı yıllarca. Bir türlü oturtamamıştı kafasında tüm kuramları. En sonunda Eflatun'un dediği gibi, bizim, sadece mağaranın girişine sırtımız dönük oturmaya mahkum olan ve sadece gerçekte olanların gölgelerini izleyenler olduğumuzun fikrini benimsedi. Gerçekleri görmek için ölmek gerektiğine kanaat kıldı.Bu hayat defteri de böylece kapanmış oldu.

Sonra bir şey oldu.. Işıklar görmeye başladı, hareket ediyorlardı. Benliğinde sesler duymaya başladı.. Ardından bu sesler anlaşılır bir forma döndü. Dinlemeye başladı...

"Merhaba,

Korkmuş, şaşırmış, meraklanmış olduğunu biliyoruz. Yaşam döngünü bitirdiğini sanıyorsun fakat yaşam döngün bitmedi, hayata devam ediyorsun...

Bir deneyin ortasındaydık, kozmik ipçikler ve bir kara deliğin yardımı ile oluşturduğumuz muazzam çekim gücü ile uzay-zaman düzlemini bükmeyi başardık ve arada bir kurt yeniği oluşturarak zamanda yolculuğu gerçekleştirdik. Deneyi yaptığımız anda daha önce ön görmediğimiz bir enerjisel tepki ile karşılaştık. Bedeninde taşıdığın enerji, sizin tabirinizle ruh, aynı anda başka bir boyuta geçmeye çalışıyordu, ve bu iki zıt muazzam enerjinin çakışması evren üzerinde büyük bir yüklenmeye sebep oldu ve evren durdu.

Bu durumu çözmek için yıllarca çalıştık, ve nihayetinde çözümün, yaşadığın son günü sonsuz bir döngü içinde yaşaman olduğunu tespit ettik. Böylece kaybolan enerjiyi dengeleyebileceğiz. Şimdi seni yaşadığın son güne taşıyacağız. Hiçbir şey hatırlamayacaksın. Bu durumda senin adına üzgün olduğumuzu belirtmek isteriz. Evrenin devamlılığı için bu gerekiyor."


Şaşkınlığı son derece kısa sürebildi. Tüm evrenin kurbanı o olmuştu. Belki de hayatının anlamı buydu. İlginç bir şekilde mutlu olduğunu hissetti. Ve bilincini yitirdi...

*****

Manşetlerini düzeltti. Manşetler ceketten bir parmak kadar dışarda olmalıydı. Bu kişiyi zengin gösterirdi. Aynada kravatına son bir ayar çekti. Gerçekten güzel gözüküyordu. Bugün daha da güzel gözükmek zorundaydı, çünkü hepsinden farklı bir gün olacaktı. Yüzü parlaktı, nemlendirici sürmeyi aksatmazdı. Saçlarına 3 ayrı çeşit bakım uygulardı, canlı ve parlak gözüküyordu, aynı şampuan reklamlarında olduğu gibi. İtalyan kesim güzel siyah bir ceketi vardı üzerinde, beyaz gömleği ile bir uyum içerisindeydi.

Siyah ve beyazın yüzyıllar boyu süre gelen eşsiz uyumu.

Bu uyumu sağlamak için savaştık yıllarca...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder