5 Aralık 2012 Çarşamba

oyun

Hayat bir oyun
Dünya bir sahne
Biz de baş rolündeyiz bu oyunun
Demiş ya bir kendini bilmez
O yüzden her an
Dramatize etmek zorundayiz
Tüm yaşananı.
Altı üstü
İki ekmek bir kırmızı malboro
Alacağımız var hayattan...
Ama biz hep oscar'ın peşindeyiz.

Hayat bir oyun
Dünya bir sahne
Biz de sahnenin
Parkesiyiz en fazla.
Birileri üstümüze basıp geçe dursun.
Biz ne kadar parlağız diye
Övünürüz.
Beyinler tatilde.

29 Haziran 2012 Cuma

Meth

Bana aşk şiiri yaz diyorsun...
Sana sonsuz methiyeler düzebilirim.
Ne bileyim
İçerisinde çiçek olur
Böcek olur.
Ama siktir et,
Kendini bana bırak
Methiye yerine seni düzeyim.

3 Ocak 2012 Salı

Kambur Otuzbirci

Mesaj kaygısı gütmeden sevişelim
Yaptırımlardan muaf olalım
Kondüktör tüm haşmetiyle
Es geçsin bilet kontrolünde bizi.
Peltek abilerin dişlerini dökelim
İşte öyle haşin sevişelim

Trafik ışığını sırtlan hadi
Eve götürelim
Dibine oturur, gölgesinde piknik yaparız
Kendimizi salarız.
Takıl peşine kara tilkinin
Orada bir abdest alırız
Sen secde edersin
Ben de fırsattan istifade.
Dedim ya,
Mesaj kaygısı gütmeden
Sevişelim.

Kara tilki inler
Yastık, kokunu dinler.

18 Kasım 2011 Cuma

Kavun Aromalı Adamlar

Gel birlikte kavun olalım
Ey Kadim dost
Bildiğin kavun ama
En çiçek açanından
Dibimizi koklayan insanlar gibi olmamak adına
Elimizden geleni yapalım.
Ele avuca sığalım
Kıllı burunlara hitap edelim.
Dikkat edelim,
Bir memurun elindeki
Büyük zafer olsun
Götümüzün kokusu
Bizi kessin, tada doysun
Çocukları Ahmet ve Saffet
Şapır şupur yesin
Bizden kanlı canlı bir dilimi
Gel birlikte kavun olalım.

Ben çok uğraştım
Olmuşum da
Sen kabak çıktın be Hüseyin abi.
İki dirhem bir çekirdek,
Bir de hamiline senet.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Üç Es

Bazen düşünüyorum da
Burada olsaydın
Nasıl olurdu diye.
Gitar falan çalardım sana
Çalamasam da iki akor çalardım
Sahil gitaristliği derinliğinde
Yine kanar mıydın acaba
Bu tip ufak oyunlara
Samimice.

Burada olsaydın
Sana çoraplar seçerdim
Birahane önündeki seyyarlardan
O içlere işleyen soğuk
Ayaklarına işlemezdi,
Uzun süren sessizlik sonrası
Kopan büyük fırtınalarda
Yine hasta olur muydun acaba
Bir avuç yağmurda
Sessizce.

Burada olsaydın
Bir tasa iki yumurta kırardım
Sana da vermezdim
Hepsini ben yerdim
Ne kadar bencil olsam da
Benimlesin bileyim diye.
Yine ekmeği banar mıydın acaba
Çaktırmadan yumurtama
Sinsice.

Burada olsaydın
Görürdün.
Gitarın telleri kopuk
Dişleri dökük çirkin bir kadın
Misali.
Çoraplar da yamalı
İnadına en soğuk yerine basıyorum
Kara kara taşların.
İki yumurta kırdım
Ama boğazımdan geçmedi
Çöpe gitti.

Burada olsaydın
Ağzını burnunu kırardım.

13 Kasım 2011 Pazar

Dört Yol Ağzı

Dişlerinin arasında dolanan salyalar
Damla damla akıyor göğsüme
Uyumuşsun.
Yorgunsun.
Üstümüzde köşe başında satılan battaniyelerden var
Varoşun haklı gururunu sonuna kadar sırtlamışken
Dünya ayaklarımızın altından kayıyor.

İsmini bir ağız dolusu kustum üstüne
Tanrıya inat
Oruç bozdum.
Şimdi bunun kazası var
61 gün seninle sevişmek.
Eksiği fazlası vardır da
Niyet belli, o yeterli.

Salyalar yapış yapış
Sevgi kokuyor göğsümde
Ha bir de o dudakların yüzünden
İflas etmiş diyorlar Yunanistan
Yok artık demiş İtalya
ABD saygı duruşunda.
Tanrı orucumun kazasını affetmiş
Dudaklar kaldı başka bahara.

Dünya altımızdan kayıyor
Battaniye de ısıtmıyor zaten
Varoşun haklı gururu da
Terkediyor yavaş yavaş sahneyi
Işıklar sönene kadar
Sonra mı?
Sonra...

Sonrası Tanrı ile benim aramda.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Gündöndükafasöndü

Kırmızı bir at kadar absürdüz
Dadaist bir eser kadar derin
Yumurta mı tavuktan çıkar
Ben mi zıvanadan çıkarım
Bilemedim.

Sonra olacaklar ise
Kesinlikle "derin güçlerin oyunu"
Diyerek topu başkasına atabiliriz
Ama buna da inanırsak,
Heidi'nin donu kadar beyaz kalbimiz
Paramparça olmaz mı
Bilemedim.

Camide namaza durmuş çocuklarız, ruhumuz bu
Rekât sonlarında selam verirken
Tükürüyoruz enselere
Lamalar kıskanıyor, ağlaşıyorlar
Sonra imam geliyor, kaçışıyoruz
Oyun bitti, kurtulabilir miyiz
Bilemedim.

Kırmızı bir at kadar gerçeğiz
Dadaist bir eser kadar narin
Ne masumiyet var bizde,
Ne de insanlık
Aslolan hayvanlık, bir de yanına bir kâse cacık.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Biçimler

Bu gece bir şiir olsam.
Vergisiz limanlardan birine yanaşıp,
Sadece sana versem nefretimi ve sevgimi.
Devlet ancak uzaktan baksa.
Ebeveyn haracını da cukkalasan cebe.
Kendin ol, yanaştım sana.

Yavaştan okşa demirlerimi,
Pas tutmasınlar zira,
Onlar daha çok orda.

Bu gece bir şiir olsam.
Bir kaç anlamsız kelimem olsa,
-Zaten kimse şiir de okumuyor artık.-
Yanaşsam yanına anadan üryan.
Ben sadece ben olsam yani,
Lafı fazla uzatmasam.

Yavaştan salla ellerini,
Yapışmasın sana umutlar,
Onlar sadece burda.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Taklit

Küçük bir konteynırda yaşıyorum,
Çinde imal edip,
Yasaklar ve kanserlerle,
Hayatına postaladılar beni,
1 sentten daha ucuz bir fiyata.
Hadi yak beni,
Kenarımdan.

Dumanı çektiğinde hisset,
Ruhumun ucuzluğunu.
Bu senin de fiyatın bir yandan.
Hayatlar kaybolur,
Değerler yerinde kalır
Sıfırdan ufak
Bire çok uzak.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Beyaz elbise

Karıncalar götürürken kırıntılarını
Kalıntılarını hem senin, hem de benim
Beyaz bir elbise vardı üstünde
Hafif gülümserdin o zaman
Bira bardakları aralarında çarpışırken
Korsanlar bir memenden diğerine atlardı
Hep o beyaz elbisen vardı.

Küçük çocuğun peşinden kovalardı
Mahallenin yaşlı teyzesi
Onun sesinin gölgesinde güneşlenirdi
Tüm kırmızı biberler
Salça olurdu rüyalarıma
Sen vardın hepsinde
Küçük zenciler kölelik yapardı
Hep o beyaz elbisen vardı.

Hep o beyaz elbisen vardı
Hafif bir de gülüş
Yaşamı birbirine tavlayan
Buklelerinde sıra sıra çocuklar vardı
Lastik top bekleyen
Bedava dağıtıyorlar diye koşup gelmişler.
Ben de koşup geldim
Düştüm pekmezim aktı.
Senin elbisen hep aktı.

7 Ağustos 2011 Pazar

Son Çıkış

Ansızın perdede bir hareketlenme oldu. Rüzgar esti desem, temmuzun ortasında rüzgarın işi ne. Pencereye yöneldi. Ben de arkasından izledim. Laf aramızda, kalçalarına hasta oluyorum onun. Divan şiirlerinin asaleti ve ritmi var kalçalarında. Fâilün feilâtün mefâilün feilün...Kırmızı bir tangası vardı beyaz pantolonunun sınırlarından taşan, kızıl saçlarıyla sevimli bir uyum yakalamıştı.

Bana doğru döndü, başımı öne eğdim ben de. Utandığımdan değil, sadece gözlerinden korktum. Onu tanıyalı çok olmamıştı ama, nedendir bilinmez, korktum. O, ben her korktuğumda şuh bir kahkaha attı sadece.

Bana viskisine buz atmadığını anlattı.

Bana 90B sütyen giydiğini anlattı.

Bana küçükken arkadaşlarıyla ip atladıklarını anlattı.

Bana kendini anlattı.

Bense tırnaklarıma baktım o anlatırken. Ayaklarımı biraz inceledim, yalandan hayretlere düştüm. Onun anlattıklarıyla hiç mi hiç ilgilenmedim. Korktum, zira ilk defa bir kadın bana bu kadar yakındı. O ne kadar rahatsa ben de o kadar endişeliydim. Ayağımla istemsizce yere vurdum, ellerimle ritm tuttum. Kısacası, tüm vücut dilimle rahat olmadığımı haykırdım. Hani o sesimle yapamadığımı. Bu, onun kalçalarının nasıl bir hipnoz etkisi yarattığını farkettiğim andı.

Hipnoz sırasında bilince ulaşan her algı dominanttır. Bu algılar bilinci ve bilinçaltını pek âlâ bastırabilir.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

Usulca yanıma oturdu, aramıza ufak bir mesafe koymayı unutmadı tabii. Teni soğuktu, mesafeye rağmen ürperiyordum. Konuşurken azgın bir yele dönüşen nefesinin katkısını da göz ardı etmemek lazım. Tüylerim diken diken oldu. Hâlâ korkuyordum. Ucuz parfümü nefesimi kesiyordu. Dayanamayacak gibiydim. Yerimden sıçradım, pencereye doğru koştum.

Arkamdan “neyin var” dediğini duyar gibi oldum, ama başım dönüyordu. Hayır, hayal ettiğim bu değildi. Cesur olmalıydım, erkek gibi olmalıydım, güçlü ve sert. Saçlarından tutup, onu duvara dayamalıydım. Boynunu ısıracaktım. Göğüslerine dokunacaktım. Aylardır bunun hayaliyle yatıp kalkıyordum hani. Ama lanet olsun ki, bacaklarım titriyordu. Soğuk terler döküyordum. Korkumu bastırmalıydım. Dönüp gözlerine baktım.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

En büyük korkumuz, gerçeğin 2 adım ötede gözlerimize bakıp gülüyor olması ihtimali.

“Hadi ama” diyordu gözlerimin içine şehvet dolu bakışlar atarken. Mızrak gibi saplanıyordu bakışlar benliğime. Boğuk, derinden bir ses beynimin içinde yankılanıyordu. Ne olursa olsun korkmayacaktım. Başarabilirdim bunu.

Ona doğru ilerledim, haşin bir şekilde yatağa doğru ittim. Dudaklarım dudaklarına değdi, fakat bir şey hissetmiyordum. Kafamdaki filler benden önce o işe girişmişlerdi çünkü, bana fırsat bırakmadan. Ellerimle kalçalarına dokundum. O an başım döndü. Bacaklarıyla beni sardı, dudağıma küçük bir ısırık bıraktı. Kızıl saçları vardı.

Bana bir keresinde kocaman aletli bir zenci ile seviştiğini anlattı.

Evdeyken annesinin ilk mastürbasyonunda onu nasıl yakaladığını anlattı.

Üvey babasının verdiği şekeri yalamaktan keyif almadığını anlattı.

Bana kendini anlattı.

Benimse umrumda değildi. Hem de hiç. Bırak bir orospuyu tanımayı, bir insanı tanımaya bile halim yoktu. Kendimi bile tanımıyordum henüz. Keşif yollarında, okyanusun zaman zaman durgun, zaman zaman azgın sularında bir başıma idim.

Başım hala dönüyordu. Kalçasının hipnozunun etkisindeydim. Kulağıma fısıldadı : “boğ beni”. Yavaş yavaş, bu ses yükseldi içimde. Boğ beni. Boğ beni. Ellerim boğazındaydı. Başım dönüyordu.

Boğ beni!

Hala sürtünüyordum. Saçları, tangası gibi kırmızıydı. Aslında boğ beni dediğinden çok emin değilim. Başım çok dönüyor, terliyorum şu an. Korkumu bastırmak için savaş veriyorum. Ama duyduğumdan eminim. İlk defa bir kadınla birlikte olmaya çok yakındım ama sanırım her şeyin içine ettim.

Ayaklandım, bir sigara yakmak için. Şiir gibi kalçaları buz kütleleri gibiydi ellerimi çektiğimde. Çakmağımı çaktığımda sordum: “üşüdün mü?” . Sanki çok umrumdaymış gibi. Cevap vermedi. Pencereye doğru ilerledim.

Aptalsın sen! Aptal! Umduğun kadar kolay olmadı değil mi? Güya sert olacaktım. Erkek gibi olacaktım. Yine o kırılgan kadın oldum, her şeyden herkesten kaçan. Ah kızım, sen adam olmazsın (her anlamda). Kurduğun hayaller, son acil çıkışın da böylece kapanmış oldu.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

En büyük korkumuz, gerçeğin 2 adım ötede gözlerimize bakıp gülüyor olması ihtimali.

Dönüp ona baktım. O tatlı ten renginden eser kalmamıştı. Kendimi kandırmama gerek yok. Kalçaları hala bir divan şiiri gibi durmaya devam ediyordu ama ben divan şiirlerini hiç sevmem. Fâilün feilâtün mefâilün feilün. Fail-i meçhulün. Onu öldürdüm. Bunu o istedi. Yani sanırım o istedi, ben öyle duyduğuma yemin edebilirim. Sigarayı söndürdüm.

Yaktığım mumları tek tek söndürdüm. Yatağın köşesine kıvrıldım. Ona sarıldım. Ve son defa mutlu bir şekilde uykuya daldım.

5 Ağustos 2011 Cuma

İntihar Mektubu

Çeşit çeşit insan var derler. Doğru. İnsanlar hayalleriyle çeşitleniyor. Ben de bir çeşit insanım, hayallerim ile var olan. Beni tanıyın, tanıyın ki var olayım.

Kıyafetlerim odanın her yerine dağılmış durumda, eskisi yenisi, kirlisi temizi ayırt etmeksizin kendilerine bir yer bulabilmişler. Bana da yer bıraksalar iyi olurmuş, ancak, bencilliği de benden almışlar. Pek önemsemiyorlar.

Odaların lambaları olur, benim yok. Işığın yapayını sevmiyorum. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, yanımda bir arkadaşım varsa dört, kız arkadaşım (potansiyel cinsel tatmin kaynağı) var ise sırf havalı olsun diye çok. Çok mum yakıyorum ki, teker teker söndürürken biraz daha kaybediyim o kadının gerçekliğini. Tek tek, benim hayalimdeki kadın olsun seviştiğim. Çok önemli mi derseniz, aslında bana göre değil. Eninde sonunda sıkılıyorum bu, her duruma anlam yükleme durumundan. Ama, eninde sonunda ışığın yapayını sevmiyorum. Sırf kıllık olsun diye. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, sıkıldıysam dört, bunaldıysam çok. Derler ki, her mum söndüğünde bir denizci ölürmüş. Benim, içimdeki katili tatmin etme yöntemim de bu. Düşsel bir katliam. Batıl silahların kayganlığında ayağı kayıp, takalarından yuvarlanan laz uşakları. Dilimle elimi ıslatıp, fitili, bir adamın kafasını iki parmağımla ezer gibi ezdiğimde uzaklarda bir denizci ölüyor. Nur içinde yatsın.

Bir dolabım var, içinde bir zenci sakladığım. Gözleri deniz mavisi, ufacık memeleri, bembeyaz dişleri var bu zencinin. Yemeğini, suyunu eksik etmem. Tek görevi, ben uykuya dalmadan bana öyküler anlatmak. Bunu bir görev bilinci ile değil de, Tanrı gibi yapıyor. Öyle bir anlatıyor ki, anlattığı zaman her şey gerçek oluyor, dogmatik oluyor, kabulleniyorsun. Gözleri ölüm gibi bakıyor anlatırken; donuk ve her şeyden gerçek. Hikayeler anlatıyor, ve gerçek oluyor dolabın içinde. Yemeğini, suyunu eksik etmiyorum. En çok makarnayı seviyor, ama şekerli makarna olmalı. Yoksa anlattıkları kâbus gibi oluyor. Şekerli makarna, benim en sevdiğim kahramanım.

Ufak bir defterim var, odaların hep bir defteri olur. Olmasa bile, bence olmalı. Zira, o odanın sahibi, kendini aktarabilsin, kendini saklayabilsin. Kendi özünü, izini, yazıya aktarmaz ise kendini nasıl gerçekleyebilir ki insanoğlu?

Schrödinger’in kedisini düşünün. Kutuya bakılmadığı sürece kedi hem canlıdır, hem ölüdür. Aslında o kedi yoktur. Bizim de varlığımızdan kimse haberdar olmazsa hem canlıyız, hem ölüyüz demektir. Bu aslında olmadığımız anlamına gelir. Yani, ölümsüz olduğumuz anlamına gelir.

Odaların bir kedisi olur, o kedi de benim. Kapalı odamda, izole bir hayatım var. En sevdiğim yemek şekerli makarna, tek hobim mum söndürmek, en büyük hayalim ölümsüz olmak. Bu da benim intihar mektubum.

Büyü bozuldu. Kulağıma fısılda küçük zenci kadın ölümü. Denizciler beni bekliyor.

5 Temmuz 2011 Salı

Hayalleri Orospu Kadın

Ojelerini sürdü, kokudan kafası güzel
Ellerine üflüyor aynanın karşısında
Dudakları büzülüyor, eziliyor
Ruhu mengeneyle sıkıştırılmış misali.
Kendine bakıyor aynada
Hayalleri orospu kadın.

Yürüyor minicik ayaklarıyla
Elinde sigarası var, ince olanından
Utançla çekiyor içine
Gözleri yerde, hep önüne bakıyor
Ruhu örselenmiş misali.
Suda yansımasını görüyor
Hayalleri orospu kadın.

Kulağında bir ezgi var
Tınlıyor, nefes aldıkça hep
Güneş parlıyor saçının her telinde.
Uzaktan iki adam laf atıyor
Bastırıyor müziğin sesini
Ruhu pili bitmiş kasetçalar misali.
İğrenç dişlerinde adamların, kendini görüyor.
Hayalleri orospu kadın.

Kapıyor gözlerini yatağında
Hayalleri orospu kadın.
Birlikte oluyor düşleriyle
Eli amında, ıslanıyor.
Terliyor, özü dökülüyor çarşafına.
Gözlerini açınca büyü bozuluyor
Ruhu, uçmuş benzin misali.
İnce sigarasından yakıyor yine
Terden keçe gibi olmuş saçları
Parmakları sırılsıklam, ateş gibi yanıyor
Oje renginden utanmış, kıpkırmızı
Kanıyor da kanıyor.
Kadınlığa ilk adımını atıp
Ölüyor.
Hayalleri orospu kadın.
Artık düşünmeden gülüyor.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Kırmızı

Tan renginde kızaran merdivenler
Basamaklardan inen insanlar
Adımlar atıyorlar usulca
Biraz da çekinerek.
Tan rengi tenleri
Ömür boyu söyledikleri yalanların sonucu
Müthiş bir sanat eseri
Tam bir şaheser...

Yollar tam bir sanat galerisi
Kırmızı yanaklı, şirin mi şirin ademoğulları...
Toplu bir histeri koması misali
Sanrı partisi veriyor gibi.
Bazısı şişeden bir yudum su çekiyor
Bazısı da sigarasından bir duman.
Ölümüne tüketmeye programlanmış
Kırmızı noktalı, ayaklı hikayeler.

İzlerken yüzüme vuran güneş mi
Yoksa benim utancım mı yüzümü kızartan
Bilmiyorum.
Toplu yanılsamanın bir parçası olup
Yaşamayı seviyorum.
Eşsiz bir eserim, serginin vazeçilmez ölümlüsü
Güneş batarken kendimi depoya kaldırıyorum.
Gözler kapandığında ölümün provası başlıyor
Yeniden kızarana kadar.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Klakson

Bir yamuk masa var
Bir de ben karşısında
Dengeliyoruz birbirimizi
Sarhoş kafa mı dersin
ya da ne dersin bilmem.
Bu masa bana yamuk.
Üstüne kadehimi koysam devriliyor.
E, sen de üstüme devriliyorsun.
Sevişme mesele değil, sevişiriz
Ama bu masa yamuk işte.

Mey koysan durmuyor,
İnce bir telin üstünde duruyor.
Aşk desen değil, sevda hiç değil.
Yamuk diyorum kimse dinlemiyor.
Tut bir ucundan çekip çevirelim.
mesele kuvvet değil, kuvvetliyiz
ama biraz istek lazım.

Yamuk bu masa yamuk.
İsyanlardayım memelerin gibi.
Ya da mevlama şükreder gibi,
bakıyorum semaya
kadeh ya da mey devrilip dökülüyor üstüme.
sen de devriliyorsun üstüme.
Sevişmek mesele değil de
Sıcaklığın çok bir tatlı.

ne masa kaldı karşında,
ne de ben.
ben ter oldum, masa yer.
bir de o dudaklar.