31 Temmuz 2010 Cumartesi

25. Kare

Zaman....
akıp gidiyor...
içinde de ben....

kaybolup yok oluyorum,
hafifliğinde ruhumun,
hissetmiyorum görünmezliğimi
yokluğunda varoluyorum...

1..2...5...10...25...
saniyede 25 adet duygu...
beliriyor hareketlerimle benliğimle.
sonuncusu benim, görünmez olan,
Herkesin bildiği ama göremediği,
Hissedip yaşayamadığı,
Duyup dokunamadığı,
Yirmibeşim ben.
Görünmezim...
İçindeyim...
Sendeyim...

yirmibeşim ben,
Aranızda dolaşıyorum
Dokunuyorum sizlere
Duymuyorsunuz.

Yirmibeşim ben,
Bastığım yeri yokediyorum,
Basacak yer kalmayana dek,
Uçmaya devam ediyorum.

Yirmibeşim ben,
Siz bilmeseniz de ben içinizdeyim
Düzeltmeye çalışıyorum belki
Ama düzgünlük asıl bozan şey sizi, bilemiyorum.

Yirmibeşim ben,
Sadece saçma bir rakam,
Sonsuzlara yelken açtım gidiyorum,
Artıp azalmadığımı bilmiyorum.

yirmibeşim ben......
Yasaklandım, yokum...

30 Temmuz 2010 Cuma

Girdap

Evet, bu deftere yazdığım ilk kelimeler bunlar. Anlamsız olabilir, fakat sanırım bu gece istediğim bu. Yazmak...

Gün ışığı daha caddeleri aydınlatmamışken, tam uykusunun keyfine varacağı anlarda uyanmak zorunda kalıyor ya insan, o ilk bir saat boyunca duyuların iletim yolları beyin yerine refleks merkezi yolunu tutuyor. İfadesiz bakışlar eşliğinde, alışkanlık haline gelmiş eylemler ardı ardına sıralanıyor. Yüz yıkama, çay demleme, diş fırçalama, masa hazırlama. İki şeker çaya, birşeyler ye, üstünü giyinip dışarı çık. Sabah ayazıyla duyuların beyin yoluna dönmesi... Olağan olan bu.

Ya şöyle birşey olursa? Çayı karıştırırken duyuların önemini yitirip, beynin kontrolü ele geçirirse....İşte o zaman en anlamsız soru geliyor akla...


"Ben ne yapıyorum böyle?"
.
.
.
...Ne kadar saçma değil mi?
.
.
.

Hayır, değil. Sadece trajik... Çünkü o anda anlıyorsun şunu: sabah ayazı sadece bir ilüzyon seni aldatan. Kontrol hep reflekslerde. Düşünmeden, rutinlerin hüküm sürdüğü bir gerçeklikte, piyonluk süregiden. Evet, biz ne yapıyoruz? Nedir bütün bu anlamsız çabaların amacı eğer birgün öleceksek. Peki neden, yokolacağımız zamanı biz belirlemiyoruz eğer olacaksa bir gün. Bizi engelleyen şey, bir robotun acil kapama tuşundan farksız olan içgüdüler değil midir? Öyleyse biz kimin için çalışan robotlarız? Hayır, asıl soru, ne için çalışan robotlarız?

Bütün bunları boşverip çayı karıştırmaya devam ettim. Aklımdaki tek soru neden o çayın ortasındaki girdabın beni tetiklediği idi....

Al benekli elbise



Evinde yanlız oturmaktan sıkılmıştı. Televizyonda ona göre birşeyler yoktu. Bilgisayardan da sıkılmıştı. Hep aynı muhabbetler, aynı insanlar, aynı filmler, müzikler, diziler... Komidine doğru yöneldi, çekmeceyi açtı. Bir poşet izmariti ve 3-5 kulak arkası sigarası oradaydı. "Yine bozdum diyeti" diyerek bir tane sigara yaktı. Yanlızlığına geçici bir çözüm olmuştu o tek dal... Öksürse de, tıksırsa da bitirdi onu... Ardından, artık geceye hazırlanma vaktidir diyerek, küf kokan yatak odasına yöneldi. Siyah elbisesini üzerine geçirdi, hafif bir makyaj ve tamam. Aynada gerçekten çok güzel gözüküyordu. Artık çıkabilirdi...

**************************************************************************

Sinirleri tepesinde olduğu bir gündü. Babasıyla kavgaları artık bir rutin halini almıştı. Muhafazakar ailenin asi kızı olmak böyle birşeydi işte... Ya da arada kalmış bir kuşağa ait bir birey olmaktı neden...Aslında hepsi fasafiso. Gerçek tekti, iletişimsizlik. Hiçbir şekilde kendi kararını kendi veremezdi. Arkadaşlarıyla gezemezdi, erkek arkadaşı olamazdı. Babasına göre hep o kitaplardı neden. Asıl nedeni herkes göz ardı ediyordu... Cansu da bir insandı...

**************************************************************************

İlk defa sokaktan bu kadar uzaklaşıyordu. Arkadaşları çok güzel birşey göstereceklerinden söz edip, kolundan tutarak çağlar sokaktaki ıssız eve götürdüler onu. O ev hakkında çok şey duymuştu Cansu. Klasik çocuk korkular işte, yıllardır orada yaşayan, yüzü gözü çürümüş, çocuk yiyen yaratıklar falan... Çok korkmasına rağmen belli etmemeye çalışıyordu. Evin önüne geldiklerinde paslı, devasa kapının demir parmaklarına yapışan arkadaşlarına şöyle bir baktı. Gitmezsem olmaz diye düşündü. Tam kapı açılırken, pencerede birşey görmüş gibi oldu... Sinirleri iyice gerilmişti....

**************************************************************************

Çıkmadan önce bir kahve hazırladı. Mutfağında boş gözlerle duvara bakarken yudumladı kahvesini. Kalkıp bir sigara daha aldı. Şu illeti bırakmalıyım diye içinden geçirdi ve ne kadar amaçsız bir söz olduğunu anlayınca gülmeye başladı. Tebessümü kahkahaya, kahkahası hıçkırıklara dönüştü. Uzun süre çıkamadı mutfaktan. Kendini toparladığında hayli geç olmuştu. Alel acele çıktı cihangirdeki evinden ve barlar sokağına doğru yöneldi. Herzamanki yerde 2-3 kadeh birşeyler içti. Birisi yanına yanaştı, her zamanki gibi basit bir şekilde, basit, bayat düşüncelerle... Her gün aynı replikler diye düşündü. Yine de izin verdi , bıraktı ki oynasın tüm kozlarını. Gece 2 gibi Cansu'nun evine gidiyorlardı.

**************************************************************************

Kafasına koymuştu, o gün evi terkediyordu. Gizli gizli biriktirdiği parası istanbulda bir ev tutmaya yetecek kadar vardı. İstanbuldaki arkadaşı da ona yardım edecekti. Birkaç parça özel eşyası ile üç beş kıyafeti okul çantasına tıkıştırdı. Odasından çıkmak üzereydi ki, bir anda kaskatı kesildi. Arkasına dönüp baktığında, yatağın üzerine oturmuş beyaz giysili kızı gördü. Şaşakalmıştı. Kızın giysisinde al al benekler oluşmaya başladı. Benekler büyüdü.. Çıkaramadığı fakat çok tanıdık gelen bir sahneydi. Benekler büyüdükçe içi sıkıldı, bunaldı, daraldı cansu. Bir an geldi giysi tamamen kıpkırmızı kesildi. O an kız, Cansuya döndü. Bir damla gözyaşını yakaladı kızın yüzünde Cansu. O an gözden kayboldu kız. Kaskatı durumundan çıkar çıkmaz olanı anlamıştı. Eski Cansu ölmüştü...

**************************************************************************

Arkadaşlarına o kadar yalvarmasına rağmen, içeri girmelerine mani olamamıştı. Kesinlikle çok korkuyordu ki bunu bütün vücudu ile destekliyordu. Evin içini keşfe çıktılar. Pencerede gördüğü ya da gördüğünü sandığı şey aklına gelmişti. "Acaba neydi o? Burdan canlı çıkma ümidi varmıydı acaba?" gibi sorularla cebelleşirken arkadaşlarına ayak uydurmaya çalışıyordu. Biryandan da sürekli çıkmaları için ısrar ediyordu. Çocuklar üst katta ne olduğunu merak ederek merdivenleri çıkmaya başladılar. Orada kocaman bir salonla karşılaştılar. Eskimiş parkeler ve mobilyalar, bir şömine, taşları dökülmüş bir avize, örümcek ağları ve bir aile portresi... Portrede dikkat çeken şey ailenin küçük kızı olduğu belli olan kişinin yüzünün yerinde kocaman bir delik olmasıydı. Cansu bir anda kaskatı kesildi. Arkasını döndüğünde yüzü gözükmeyen, beyaz elbiseli bir kız gördü. Kızın saçlarından suratı belli olmuyordu. Belli olan tek şey kızın elbisesinde gittikçe büyüyen, al beneklerdi. Benekler büyüdü, büyüdü..Benekler büyüdükçe Cansu küçüldü, daraldı, sıkıldı, bunaldı. Kızın suratında bir tebessüm yakaladı Cansu, saçların arasından. O an elbise kana doymuş bir kırmızı halini aldı ve bir gürültü koptu. Kız yokolmuştu. Arkasını döndüğünde arkadaşlarının alt katta kanlar içinde yerde yattığını gördü. Büyük avize iki küçük çocuğun üstüne düşmüş ve döşemenin bu etkiye dayanamayıp çökmesiyle alt kata düşen çocuklar oracıkta can vermişlerdi. Cansu ağlayarak, çığlık çığlığa eve koştu. Tek bildiği şey vardı. Mutlu çocukluğunu o evde bırakmıştı...

**************************************************************************

Hızlı ve tatsız bir sevişme seansının ardından yaktığı sigaranın izmaritini, komidinin çekmecesini açarak poşetine koymaya yeltendi. Poşeti eline aldığında ağırlığına takıldı kafası. Sorunları hala vardı, üstüne üstüne geliyorlardı ve bu gerçeklerden kaçmak için yaptığı herşey boşaydı. Bu izmaritler bunun kanıtıydı. Çocukluğunu gömmüştü, hayatını gömmüştü. Aşkını da artık gömdüğünü farketti o izmaritlerle. Kendi için son umudu olan adam, bir hiç uğruna onu terkettiğinde, tek karşı çıktığı şey olan sigaraya başlamıştı Cansu, sırf onu yoketmek için ve artık o da yoktu...

Artık vakti gelmişti... Çocuğu evden kovarcasına çıkarttıktan sonra odasına geçti. Sandığı açtı ve amerikan bezinden bir paket çıkardı. Paketten kendi eliyle diktiği beyaz elbisesini çıkardı ve itina ile üzerine geçirdi. Saçlarını taradı, makyajını yaptı, en sevdiği parfümü sıktı. Aynaya baktı... Gerçekten çok güzeldi. O an bile çok güzel... İzmarit paketini, komidinin üzerinde duran çocukluk resmini ve nüfus cüzdanını aldı. Aynanın karşısına oturdu. Aldığı eşyaları önüne dizdi. Son olarak unuttuğu bıçağı yatağının altından çekip aldı. Aynaya baktı...


"Çocukluğumu gömdüm...
Kimliğimi gömdüm...
Aşkımı gömdüm...
Şimdi sıra bende..."


.........

Gözleri kararırken, aynada, eski bir dostu görmüş gibi mutluydu. Al benekli elbisesiyle gelmişti onu uğurlamaya. Sohbet etmek isterdi ama pek fazla vakti kalmadığını anlamıştı. Hoşgeldin demek istedi fakat sesi çıkmadı Cansu'nun. Aynada, gözyaşı ve tebessümü yakaladığı anda herşey gözden kaybolmuştu....

29 Temmuz 2010 Perşembe

Neyse

Bir titreme vücudumda,
Sessiz gece, boğulur kemiklerin ritminde.
kaybolur, sonsuz rezonans...
ve sensizlik...

Ağır bir yük çöker bedenime,
Kesinlikle bir yabancılaşma benliğime,
üstüste birikir o yapışkan dışkı...
üzerimde, hep üzerimde
ve sensizlik...

titreşimler ve daha çok titreşimler,
algılar ve duygular,
uçarı istekler, ve histeri.
teri, teri, teri vücudumun...
sıcaklık...
ve sensizlik...

o, ruhumu haddeler
ne halde
ne halde ben...
sensiz...


tek bildiğim,
sensizlik...
sessiz bir sitem.
ve ne isem oyum.
sanırım...
neyse...

Merhaba

zor tabi böyle bakmak sana,
gözünün ta içine içine,
sen arada gözlerini kaçır tabi..
Heyecanlı olsun.

zor tabi dokunmak,
sıcak baya zira..
yanyanayken yabancı olmak..
gizemli olsun.

Sır tabi herşey bende,
Sende güle oynaya git tabi,
Arada bana bakarak da gül..
Sevimlilik olsun.

Git tabi işin bitince,
Ben kalırım bıraktığın yerde,
Acılı biraz ama herşey öyle...
Hadi geçmiş olsun.

Enayi

kendi gölgesinin karanlığında
nefes alamayıp boğulan insan
öldürdü kendini yavaş yavaş
saçmalıkların sona erdiği yerde

gerçekleri arıyordu oysa
labirentinde kayboldu insan ruhunun
bedenini yitirdi orda
eriyip bitti, kurbanı oldu yokluğun

telefonlar sessizleşti hıçkırıkların duyulmasıyla
konuşamadı insanlar duyarsızlığın vücut bulmasıyla
çırpınışlar olsada son defa
boğuldu insan kendi yanlızlığında

Görümcek

Bakınıyor muyuz?
Ben bakmadım gözlerim baktı...
Pek izin istemezler,
başına buyruklardır
çocukluklarından gelen birşey olsa gerek,
Hatırlıyorum çünkü,
komşu kızını ansızın öpen de onlardı...
Ben bakmadım sadece gözlerim.

Kulaklarım da bakmış olabilir tabi,
Onlar biraz daha çekingen..
sindirilmiş biraz,
bu da küçüklükten miras.
kapanırdı hep içine çünkü,
dünya güzel dünya,
-ki sürekli ölüm-
çok sesle doluydu.
Ama sanmam, onlar bakmaz.
Çekingenler biraz.

dudaklarım olabilir yakalanan gözünüze,
romantik olurlar bazı bazı,
bir mum yakar
başına otururlar,
bazen bir yudum şarap tadar,
bazen de bir melodiyle
Güp güp atar,
onların çocukluk hikayesi anlatılmaz.
Mütevazi çünkü,
en güzel öpüşleri her zaman koklatmaz.
kırık kokulu, biraz da ela.
Ama onlar da olamaz.

Sadece gözlerim baktı,
Siz de kusura bakmayın
Olsun (da) bitsin.
Ya da bitmesin.

Çünkü

Bir durak bile yok durduğum yerde,
Zifiri karanlık sadece,
ne ses var ne seda,
sen de yoksun,
böyle hiç olmadı.
yakıştıramadım kendi çapımda sana
yakıştırmayı pek beceremem gerçi
çap desen var ama yok ama hiç olmadı böyle,
şimdi kim var ki burda?
kimse yok,
ben de burda mıymışım?
değil gibi sanki..

böyle olmadı hiç,
neler hissettim bilemedim,
anlatamadım belki
anlayamadım belki ya da değil
sen yoksun diye hep böyle bu
anlatmak anlamak hep başka bir yerde
ışıl ışıl parıldıyor gerçi
ama bir kol mesafesinden hallice
kendini tekrar eden saatin bir başka hali
böyle olmadı hiç.
olsun flaşlar patladı, içerden ses de geldi,
volkanlar patladı yağmur da yağacakmış
hiç olmadı hiç..

bir adım attım ileriye doğru
fazlaca büyük bir adımdan hallice
flaşlar patlarken coştum belki
ya da aklıma o rüzgarda uçuşan saçların geldi
ya da ben dokununca ruhuma kadar ulaşan saçların
ya da saatlerce sevişince ahengiyle karışan saçların geldi
ya da diye sayarken hala gittiğim yeri göremiyorum gerçi
hiç olmadı bu hiç..
kör oldum göremedim.
oldu mu sence?
böyle olmadı hiç.

sesler de gelmeye başladı yavaştan,
direkler geçiyor teker teker,
sahi niye öyle duruyorlar oldukları yerde öyle?
ben olsam diye başlardım
ama öyle olmaz hiç.
hala karanlık..
ışıkları açsak daha fena.
haydi karanlıkta besle beni,
direkler geçmeye devam etsin.
üstüme dökülsün bırak olsun.
olacaksa böyle olsun dolsun taşsın.
yine de bu şekilde olmaz dersen,
ben saçların derim yine.
delirtir bilirim.
başka şeyler de var da anlatamam.
bunlar olmadı hiç.

haydi oltayı atma zamanı,
vurur belki, zamanı yakalarız..
flaşlar patlar,
fotoğrafını çeker sonra kayıktaki kovaya atarız
oltayı da ona veriririz.
sonra suya atarsın beni.
yüzme biliyorum desem
de inanma derim sana.
saçlarına tutunurum.
zaten kayıp gider elimden alışılageldik.
nedense olmuyor hiç.

yine de sen ben ben sen gibi gibi
karanlık da olsa,
direkler yerinde de olsa,
saçlarında uçuşsa rüzgarda,
anlamasam da anlatasam da,
flaşlar patlasa da,
sesler sussa da,
adımlarım karışsa da birbirine,
tekne alabora da olsa,
sen ben ben sen.
hah oldu işte.

C(i)nnet

Kanatlarım yok benim sadece hale,
Çünkü benim cennetim
Bir kuşuçusu kadar uzak değil...
Bir öpücük kadar yakın..
ya da bir dokunuş.

Kara bulutlar var benim cennetimde,
ama aydınlık her yer,
Işığa gerek yok.
Ateşin var beni aydınlatan..
Arada da yakan..
Benim cennetimde.

Sınırsız hiçbirşey yok benim cennetimde.
Herşey sınırlı herşey sonlu.
sen varsın birtek, sınırı hududu sonu başı olmayan...
Bir de ben. Bir de ben.
Benim cennetimde,
Yanar kül olur giderim.
Hale kalır geriye..
Masumiyet ve saadet.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

valtz ve bir mektup

Hafiflik…

Bir kuş gibi hafifim.

Hissedebiliyorum havanın içinde süzülürken
O inanılmaz derecede güven hissi veren hafifliği…

Uçuyorum…

Güven hissi nereden geliyor acaba?
Sanırım her an kollanması gereken bir kütlenin varlığının unutulması bunun nedeni..
Evet, uçuyorum.

Keman sesleri kulağımda çınlıyor; beni sevk ediyor aynı saçma duygulara.
Karmaşıklık içinde dolanıp duruyorum.
Göremiyorum hiçbir şeyi, fakat hissediyorum.

Keman seslerini duyuyorum hâlâ…
Son dansıma sevk ediyor beni.
Kollarım boş fakat zaten görmüyorum.
Hissettiğim şey güven.
Hımm hımm hımm…
İki adım at bir de geri.
Haykırmak isterken çıkmıyor sesim,
Ellerim ağzımda,
O adımlar götürüyor beni sonuma…
Uçuyorum…

Bir de flüt sesi var şimdi,
İçimdeki bir şeyleri alıp götürmek isteyen ağzımdan dışarı.
Değişimlere teşvik ediyor beni ve ben,
Ben hala susuyorum…
Canavar devleşip şakaklarıma yükleniyor.
Baş ağrısı…
Uçuyorum…

Değişim…
Kanımda keman melodileri…
Yazılar da yetmiyor.
Yüksekten korksam da uçuyorum.
Uçabilirim…
Uçacağım…