22 Ağustos 2011 Pazartesi

Beyaz elbise

Karıncalar götürürken kırıntılarını
Kalıntılarını hem senin, hem de benim
Beyaz bir elbise vardı üstünde
Hafif gülümserdin o zaman
Bira bardakları aralarında çarpışırken
Korsanlar bir memenden diğerine atlardı
Hep o beyaz elbisen vardı.

Küçük çocuğun peşinden kovalardı
Mahallenin yaşlı teyzesi
Onun sesinin gölgesinde güneşlenirdi
Tüm kırmızı biberler
Salça olurdu rüyalarıma
Sen vardın hepsinde
Küçük zenciler kölelik yapardı
Hep o beyaz elbisen vardı.

Hep o beyaz elbisen vardı
Hafif bir de gülüş
Yaşamı birbirine tavlayan
Buklelerinde sıra sıra çocuklar vardı
Lastik top bekleyen
Bedava dağıtıyorlar diye koşup gelmişler.
Ben de koşup geldim
Düştüm pekmezim aktı.
Senin elbisen hep aktı.

7 Ağustos 2011 Pazar

Son Çıkış

Ansızın perdede bir hareketlenme oldu. Rüzgar esti desem, temmuzun ortasında rüzgarın işi ne. Pencereye yöneldi. Ben de arkasından izledim. Laf aramızda, kalçalarına hasta oluyorum onun. Divan şiirlerinin asaleti ve ritmi var kalçalarında. Fâilün feilâtün mefâilün feilün...Kırmızı bir tangası vardı beyaz pantolonunun sınırlarından taşan, kızıl saçlarıyla sevimli bir uyum yakalamıştı.

Bana doğru döndü, başımı öne eğdim ben de. Utandığımdan değil, sadece gözlerinden korktum. Onu tanıyalı çok olmamıştı ama, nedendir bilinmez, korktum. O, ben her korktuğumda şuh bir kahkaha attı sadece.

Bana viskisine buz atmadığını anlattı.

Bana 90B sütyen giydiğini anlattı.

Bana küçükken arkadaşlarıyla ip atladıklarını anlattı.

Bana kendini anlattı.

Bense tırnaklarıma baktım o anlatırken. Ayaklarımı biraz inceledim, yalandan hayretlere düştüm. Onun anlattıklarıyla hiç mi hiç ilgilenmedim. Korktum, zira ilk defa bir kadın bana bu kadar yakındı. O ne kadar rahatsa ben de o kadar endişeliydim. Ayağımla istemsizce yere vurdum, ellerimle ritm tuttum. Kısacası, tüm vücut dilimle rahat olmadığımı haykırdım. Hani o sesimle yapamadığımı. Bu, onun kalçalarının nasıl bir hipnoz etkisi yarattığını farkettiğim andı.

Hipnoz sırasında bilince ulaşan her algı dominanttır. Bu algılar bilinci ve bilinçaltını pek âlâ bastırabilir.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

Usulca yanıma oturdu, aramıza ufak bir mesafe koymayı unutmadı tabii. Teni soğuktu, mesafeye rağmen ürperiyordum. Konuşurken azgın bir yele dönüşen nefesinin katkısını da göz ardı etmemek lazım. Tüylerim diken diken oldu. Hâlâ korkuyordum. Ucuz parfümü nefesimi kesiyordu. Dayanamayacak gibiydim. Yerimden sıçradım, pencereye doğru koştum.

Arkamdan “neyin var” dediğini duyar gibi oldum, ama başım dönüyordu. Hayır, hayal ettiğim bu değildi. Cesur olmalıydım, erkek gibi olmalıydım, güçlü ve sert. Saçlarından tutup, onu duvara dayamalıydım. Boynunu ısıracaktım. Göğüslerine dokunacaktım. Aylardır bunun hayaliyle yatıp kalkıyordum hani. Ama lanet olsun ki, bacaklarım titriyordu. Soğuk terler döküyordum. Korkumu bastırmalıydım. Dönüp gözlerine baktım.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

En büyük korkumuz, gerçeğin 2 adım ötede gözlerimize bakıp gülüyor olması ihtimali.

“Hadi ama” diyordu gözlerimin içine şehvet dolu bakışlar atarken. Mızrak gibi saplanıyordu bakışlar benliğime. Boğuk, derinden bir ses beynimin içinde yankılanıyordu. Ne olursa olsun korkmayacaktım. Başarabilirdim bunu.

Ona doğru ilerledim, haşin bir şekilde yatağa doğru ittim. Dudaklarım dudaklarına değdi, fakat bir şey hissetmiyordum. Kafamdaki filler benden önce o işe girişmişlerdi çünkü, bana fırsat bırakmadan. Ellerimle kalçalarına dokundum. O an başım döndü. Bacaklarıyla beni sardı, dudağıma küçük bir ısırık bıraktı. Kızıl saçları vardı.

Bana bir keresinde kocaman aletli bir zenci ile seviştiğini anlattı.

Evdeyken annesinin ilk mastürbasyonunda onu nasıl yakaladığını anlattı.

Üvey babasının verdiği şekeri yalamaktan keyif almadığını anlattı.

Bana kendini anlattı.

Benimse umrumda değildi. Hem de hiç. Bırak bir orospuyu tanımayı, bir insanı tanımaya bile halim yoktu. Kendimi bile tanımıyordum henüz. Keşif yollarında, okyanusun zaman zaman durgun, zaman zaman azgın sularında bir başıma idim.

Başım hala dönüyordu. Kalçasının hipnozunun etkisindeydim. Kulağıma fısıldadı : “boğ beni”. Yavaş yavaş, bu ses yükseldi içimde. Boğ beni. Boğ beni. Ellerim boğazındaydı. Başım dönüyordu.

Boğ beni!

Hala sürtünüyordum. Saçları, tangası gibi kırmızıydı. Aslında boğ beni dediğinden çok emin değilim. Başım çok dönüyor, terliyorum şu an. Korkumu bastırmak için savaş veriyorum. Ama duyduğumdan eminim. İlk defa bir kadınla birlikte olmaya çok yakındım ama sanırım her şeyin içine ettim.

Ayaklandım, bir sigara yakmak için. Şiir gibi kalçaları buz kütleleri gibiydi ellerimi çektiğimde. Çakmağımı çaktığımda sordum: “üşüdün mü?” . Sanki çok umrumdaymış gibi. Cevap vermedi. Pencereye doğru ilerledim.

Aptalsın sen! Aptal! Umduğun kadar kolay olmadı değil mi? Güya sert olacaktım. Erkek gibi olacaktım. Yine o kırılgan kadın oldum, her şeyden herkesten kaçan. Ah kızım, sen adam olmazsın (her anlamda). Kurduğun hayaller, son acil çıkışın da böylece kapanmış oldu.

Gerçekleri bastırmak için denemediğimiz bir yol yok.

En büyük korkumuz, gerçeğin 2 adım ötede gözlerimize bakıp gülüyor olması ihtimali.

Dönüp ona baktım. O tatlı ten renginden eser kalmamıştı. Kendimi kandırmama gerek yok. Kalçaları hala bir divan şiiri gibi durmaya devam ediyordu ama ben divan şiirlerini hiç sevmem. Fâilün feilâtün mefâilün feilün. Fail-i meçhulün. Onu öldürdüm. Bunu o istedi. Yani sanırım o istedi, ben öyle duyduğuma yemin edebilirim. Sigarayı söndürdüm.

Yaktığım mumları tek tek söndürdüm. Yatağın köşesine kıvrıldım. Ona sarıldım. Ve son defa mutlu bir şekilde uykuya daldım.

5 Ağustos 2011 Cuma

İntihar Mektubu

Çeşit çeşit insan var derler. Doğru. İnsanlar hayalleriyle çeşitleniyor. Ben de bir çeşit insanım, hayallerim ile var olan. Beni tanıyın, tanıyın ki var olayım.

Kıyafetlerim odanın her yerine dağılmış durumda, eskisi yenisi, kirlisi temizi ayırt etmeksizin kendilerine bir yer bulabilmişler. Bana da yer bıraksalar iyi olurmuş, ancak, bencilliği de benden almışlar. Pek önemsemiyorlar.

Odaların lambaları olur, benim yok. Işığın yapayını sevmiyorum. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, yanımda bir arkadaşım varsa dört, kız arkadaşım (potansiyel cinsel tatmin kaynağı) var ise sırf havalı olsun diye çok. Çok mum yakıyorum ki, teker teker söndürürken biraz daha kaybediyim o kadının gerçekliğini. Tek tek, benim hayalimdeki kadın olsun seviştiğim. Çok önemli mi derseniz, aslında bana göre değil. Eninde sonunda sıkılıyorum bu, her duruma anlam yükleme durumundan. Ama, eninde sonunda ışığın yapayını sevmiyorum. Sırf kıllık olsun diye. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, sıkıldıysam dört, bunaldıysam çok. Derler ki, her mum söndüğünde bir denizci ölürmüş. Benim, içimdeki katili tatmin etme yöntemim de bu. Düşsel bir katliam. Batıl silahların kayganlığında ayağı kayıp, takalarından yuvarlanan laz uşakları. Dilimle elimi ıslatıp, fitili, bir adamın kafasını iki parmağımla ezer gibi ezdiğimde uzaklarda bir denizci ölüyor. Nur içinde yatsın.

Bir dolabım var, içinde bir zenci sakladığım. Gözleri deniz mavisi, ufacık memeleri, bembeyaz dişleri var bu zencinin. Yemeğini, suyunu eksik etmem. Tek görevi, ben uykuya dalmadan bana öyküler anlatmak. Bunu bir görev bilinci ile değil de, Tanrı gibi yapıyor. Öyle bir anlatıyor ki, anlattığı zaman her şey gerçek oluyor, dogmatik oluyor, kabulleniyorsun. Gözleri ölüm gibi bakıyor anlatırken; donuk ve her şeyden gerçek. Hikayeler anlatıyor, ve gerçek oluyor dolabın içinde. Yemeğini, suyunu eksik etmiyorum. En çok makarnayı seviyor, ama şekerli makarna olmalı. Yoksa anlattıkları kâbus gibi oluyor. Şekerli makarna, benim en sevdiğim kahramanım.

Ufak bir defterim var, odaların hep bir defteri olur. Olmasa bile, bence olmalı. Zira, o odanın sahibi, kendini aktarabilsin, kendini saklayabilsin. Kendi özünü, izini, yazıya aktarmaz ise kendini nasıl gerçekleyebilir ki insanoğlu?

Schrödinger’in kedisini düşünün. Kutuya bakılmadığı sürece kedi hem canlıdır, hem ölüdür. Aslında o kedi yoktur. Bizim de varlığımızdan kimse haberdar olmazsa hem canlıyız, hem ölüyüz demektir. Bu aslında olmadığımız anlamına gelir. Yani, ölümsüz olduğumuz anlamına gelir.

Odaların bir kedisi olur, o kedi de benim. Kapalı odamda, izole bir hayatım var. En sevdiğim yemek şekerli makarna, tek hobim mum söndürmek, en büyük hayalim ölümsüz olmak. Bu da benim intihar mektubum.

Büyü bozuldu. Kulağıma fısılda küçük zenci kadın ölümü. Denizciler beni bekliyor.