30 Temmuz 2010 Cuma

Girdap

Evet, bu deftere yazdığım ilk kelimeler bunlar. Anlamsız olabilir, fakat sanırım bu gece istediğim bu. Yazmak...

Gün ışığı daha caddeleri aydınlatmamışken, tam uykusunun keyfine varacağı anlarda uyanmak zorunda kalıyor ya insan, o ilk bir saat boyunca duyuların iletim yolları beyin yerine refleks merkezi yolunu tutuyor. İfadesiz bakışlar eşliğinde, alışkanlık haline gelmiş eylemler ardı ardına sıralanıyor. Yüz yıkama, çay demleme, diş fırçalama, masa hazırlama. İki şeker çaya, birşeyler ye, üstünü giyinip dışarı çık. Sabah ayazıyla duyuların beyin yoluna dönmesi... Olağan olan bu.

Ya şöyle birşey olursa? Çayı karıştırırken duyuların önemini yitirip, beynin kontrolü ele geçirirse....İşte o zaman en anlamsız soru geliyor akla...


"Ben ne yapıyorum böyle?"
.
.
.
...Ne kadar saçma değil mi?
.
.
.

Hayır, değil. Sadece trajik... Çünkü o anda anlıyorsun şunu: sabah ayazı sadece bir ilüzyon seni aldatan. Kontrol hep reflekslerde. Düşünmeden, rutinlerin hüküm sürdüğü bir gerçeklikte, piyonluk süregiden. Evet, biz ne yapıyoruz? Nedir bütün bu anlamsız çabaların amacı eğer birgün öleceksek. Peki neden, yokolacağımız zamanı biz belirlemiyoruz eğer olacaksa bir gün. Bizi engelleyen şey, bir robotun acil kapama tuşundan farksız olan içgüdüler değil midir? Öyleyse biz kimin için çalışan robotlarız? Hayır, asıl soru, ne için çalışan robotlarız?

Bütün bunları boşverip çayı karıştırmaya devam ettim. Aklımdaki tek soru neden o çayın ortasındaki girdabın beni tetiklediği idi....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder