5 Ağustos 2011 Cuma

İntihar Mektubu

Çeşit çeşit insan var derler. Doğru. İnsanlar hayalleriyle çeşitleniyor. Ben de bir çeşit insanım, hayallerim ile var olan. Beni tanıyın, tanıyın ki var olayım.

Kıyafetlerim odanın her yerine dağılmış durumda, eskisi yenisi, kirlisi temizi ayırt etmeksizin kendilerine bir yer bulabilmişler. Bana da yer bıraksalar iyi olurmuş, ancak, bencilliği de benden almışlar. Pek önemsemiyorlar.

Odaların lambaları olur, benim yok. Işığın yapayını sevmiyorum. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, yanımda bir arkadaşım varsa dört, kız arkadaşım (potansiyel cinsel tatmin kaynağı) var ise sırf havalı olsun diye çok. Çok mum yakıyorum ki, teker teker söndürürken biraz daha kaybediyim o kadının gerçekliğini. Tek tek, benim hayalimdeki kadın olsun seviştiğim. Çok önemli mi derseniz, aslında bana göre değil. Eninde sonunda sıkılıyorum bu, her duruma anlam yükleme durumundan. Ama, eninde sonunda ışığın yapayını sevmiyorum. Sırf kıllık olsun diye. Gerekirse mum yakıyorum bir tane, belki iki, duruma göre üç, sıkıldıysam dört, bunaldıysam çok. Derler ki, her mum söndüğünde bir denizci ölürmüş. Benim, içimdeki katili tatmin etme yöntemim de bu. Düşsel bir katliam. Batıl silahların kayganlığında ayağı kayıp, takalarından yuvarlanan laz uşakları. Dilimle elimi ıslatıp, fitili, bir adamın kafasını iki parmağımla ezer gibi ezdiğimde uzaklarda bir denizci ölüyor. Nur içinde yatsın.

Bir dolabım var, içinde bir zenci sakladığım. Gözleri deniz mavisi, ufacık memeleri, bembeyaz dişleri var bu zencinin. Yemeğini, suyunu eksik etmem. Tek görevi, ben uykuya dalmadan bana öyküler anlatmak. Bunu bir görev bilinci ile değil de, Tanrı gibi yapıyor. Öyle bir anlatıyor ki, anlattığı zaman her şey gerçek oluyor, dogmatik oluyor, kabulleniyorsun. Gözleri ölüm gibi bakıyor anlatırken; donuk ve her şeyden gerçek. Hikayeler anlatıyor, ve gerçek oluyor dolabın içinde. Yemeğini, suyunu eksik etmiyorum. En çok makarnayı seviyor, ama şekerli makarna olmalı. Yoksa anlattıkları kâbus gibi oluyor. Şekerli makarna, benim en sevdiğim kahramanım.

Ufak bir defterim var, odaların hep bir defteri olur. Olmasa bile, bence olmalı. Zira, o odanın sahibi, kendini aktarabilsin, kendini saklayabilsin. Kendi özünü, izini, yazıya aktarmaz ise kendini nasıl gerçekleyebilir ki insanoğlu?

Schrödinger’in kedisini düşünün. Kutuya bakılmadığı sürece kedi hem canlıdır, hem ölüdür. Aslında o kedi yoktur. Bizim de varlığımızdan kimse haberdar olmazsa hem canlıyız, hem ölüyüz demektir. Bu aslında olmadığımız anlamına gelir. Yani, ölümsüz olduğumuz anlamına gelir.

Odaların bir kedisi olur, o kedi de benim. Kapalı odamda, izole bir hayatım var. En sevdiğim yemek şekerli makarna, tek hobim mum söndürmek, en büyük hayalim ölümsüz olmak. Bu da benim intihar mektubum.

Büyü bozuldu. Kulağıma fısılda küçük zenci kadın ölümü. Denizciler beni bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder